Bir Daha Görüşmemek Üzere: Cebeci İstasyonu ve Sen

Yıllar önce Ankara’da bir kız kendi öğrenci grubundan birine aşık olmuş. Oğlan ile kız aynı fakültede ve hatta aynı gruptular. Fakat kız bir türlü kendini ona açamıyormuş. Gel zaman git zaman çocuğu bir gün yakalamış ve ona kendi şiir kitabını vermiş. Şiir kitabı öylesine karamsar yazılarla doluymuş ki oğlan ona birine aşık olup olmadığını sormuş. Sonuçta kendi grubundan yakın arkadaşıymış. Kız evet demiş ve oğlana kendisine aşık olduğunu itiraf etmiş. Oracıkta ağlamaya başlamış. Oğlan kızın bu teklifine yanıt verememiş çünkü ona karşı asla mahçup olmak istemiyormuş. Kız bu cevaptan sonra fakültesini değiştirme kararı almış, başka türlüsü de olmazmış zaten. Kendini suçlu hisseden oğlan onu bugün Ankara’da bulunan Cebeci İstasyonu’na götürmüş, bir nevi uğurlamak istemiş. Kızı uğurlamış ve onun üzüntüsü için ”Cebeci İstasyonu ve Sen” adlı şiiri yazmış. Oğlan ise Yavuz Bülent Bakiler‘den başkası değilmiş.

Yerli yazarlarımızın üniversite çağlarında yaşadıkları hikayeler gerçekten bugünün muazzam şiirlerine ışık tutuyor. Örneğin en çok bilinenlerden ”Mona Roza” şiiri Sezai Karakoç‘un o uzun fakülte yıllarında süren platonik aşkından çıkma. Ve sanırım sonu kötü biten olaylardan böylesine şiirler çıkması, ardımızda bıraktığımız veya bırakıldığımız kişilerin bizlere armağan ettiği büyük birer izden ibaret. Yavuz Bülent’in kırılmış bir kalp arkasından yazdığı şiir ise şöyle başlıyor;

Cebeci İstasyonunda bir akşam üstü
İncecikten bir yağmur yağıyordu yollara
Yeni baştan yaşıyorduk kaderimizi
Sıcak bir kara sevda
Yüreğimizin başında bağdaş kurup oturmuştu;
Acımsı, buruk.
mühürlenmişti ağzımız bir sessizlik içinde
Sessizliği üstümüzden atamıyorduk
Bir saçak altında kararsız, yorgun
Saatlerce duruyorduk
Kimse görmüyordu bizi

Cebeci İstasyonunda bir akşam üstü
Yeni baştan yaşıyorduk kaderimizi
Cebeci İstasyonunda bir akşam üstü
Bir başka türlüydü bu insanlar
Sen bir başka türlüydün
Gözlerin yine öyle bir bilinmez renkteydi
Gözlerin gözlerimde erimekteydi
Bir mermer heykel gibi yanımda duruyordun
Beni bırakma diyordun

Meyhane sarhoşları gibi sırılsıklam
Bir yalnızlık duyuyorduk
Ağlıyordun, ağlıyordun…

Cebeci İstasyonunda bir tren
Nefes nefese soluyordu
Gerilmiş bir keman teli gibiydik.

Ankara Kalesi’nde bir eski çalar saat
Bilmem kaça vuruyordu
Bir yağmur yağıyor inceden ince
İçimizdeki binbir düşünce
Harmanlar misali savruluyordu
Islanmış bir ceylan yavrusu gibi
Tiril tiril titriyordun
Gitsek gitsek diyordun.

Yüreğimin atışından deli gönlümce
Sırıl sıklam, paramparça, permeperişan
Türküler söylüyordum
Ağlıyordun, ağlıyordun…

”Bir başka türlüydü bu insanlar. Sen bir başka türlüydün..”

Yavuz Bülent Bakiler

Yorum bırakın

WordPress.com'da bir web sitesi veya blog oluşturun

Yukarı ↑